
Diziyi izlerken hüzünlendim. Bazen yaşadıklarıma... Bazen de yaşamadıklarıma... Aslında en çok yaşa(ya)madıklarıma üzüldüm... Sinan, Cemile, Kerim, Kürşat... Hele bir de Yıldız var ki... Eşi Metris'te yatıyor... Ama Yıldız eşinin mateminde kaybolup gitmemiş, davasının kavgasını veriyor her daim... Saç, baş, giyim, kuşam derdinde değil Yıldız... Bir yandan ekmek gavgası, diğer yandan da uğruna hayatını adadığı davası... Ama hayatı ıskalamadan... Gülünecek bir şey varsa, gülerek... Tiye alınacak bir şey varsa, tiye alarak... Öfkelenecek bir şey varsa, köpürerek... Hayat acısıyla tatlısıyla yaşanırken, dava mücadelesinden asla taviz vermek yok... Dava dediysem de sağ veya sol olmuş farketmiyor... İnanmış olmak asgari şart ama... İnanılan bir dava yani... Yıldızın sol kaldırımdaki kavgası ne kadar kutsalsa, Kürşatın sağ kaldırımdaki kavgası da bir o kadar anlamlı... Dizide bize benzer de bir karekter var, Gülümser... Onca olup bitenler, sıkıntılar umurunda değil Gülümser'in... Kuaförler, davetler, konserler.... Dolu dolu yaşıyor aklınca... Ama bir o kadar da boş...
Diziyi izlerken aslında utandım da... Günümüzü, kendimi, etrafımdakileri düşündüm... Herkes koşuşturuyor bir tarafta, ama sadece kazanmak için... Çok şeyimiz var ama gözümüz doymuyor... Davamız var güya, mücadelemiz yok... Riske atacak cesaretimiz yok... Mücadele edecek azmimiz yok... İnsanımız günlük geçim derdinin içine itilmiş gayet bilinçlice... Ne inancı var, ne davası... Ne de kavgası...
Uyanıp silkelenmek dileğiyle...
1 yorum:
Bende utanıyorum umursamaz halimizden.
Yorum Gönder