18 Kasım 2009 Çarşamba

Bir okul gördüm dün, ağlıyordu için için…


Ağaçların arkasına gizlenmiş, mahcup bir şekilde ağlıyordu okul… Mağrurdu gayet ama yine de yediremiyordu göz yaşlarını kendine… Künyesinde 1859 yazıyordu… Zaten izbe duvarları da daha fazla saklayamıyordu ilerlemiş yaşını… Akıp giderken yıllar; kah mektep olmuş ismi, kah okul… Sonunda fakülte demişler bir gün… Yıllarca bulunduğu semte değer katmış… Adres tariflerinde hep referans olmuş… Önünden geçen körüklü Ikarus otobüslerinden hep iç geçirerek bakmış gençler ona… Ah bir kazanabilsem demişler imrenerek…

En başarılı gençleri ağırlamış yıllarca… Bir o kadar da vatansever… Para pul hiç akıllarına gelmemiş Anadolu yiğitlerinin… Parolaları hep hizmet olmuş… Devlet adamı olmaktan başka hiçbir idealleri olmamış… Saygın hocalar yetiştirmiş, her birinin ismi dünyaya bedel…

Gün gelmiş algılar değişmiş güzelim ülkemde… Devlet adamlığı, vatan aşkı pek soyut kalmış bu alemde… Para, pul hükümranlığını ilan etmiş her bir köşesinde yurdumun… Özel okullar fışkırmış her bir yanında toprağımın, sözde bilmem ne vakfı adı altında… Aklını çelmişler vatan evlatlarının… Bursları, maddi imkanları seferber etmişler önlerine… Hocalarımı da ayartmışlar bir şekilde… Transfer etmiş onları, gözü dönmüşler…

Kanmış vatan evlatları… Belki de düzene ayak uydurmuşlar… Uğramaz olmuşlar gözü yaşlı okuluma… Vasatlara kalmış meydan, bütün ruhsuzluğuyla… Şöyle bir kolaçan ettim etrafı… Tarihi çanı aradı gözlerim… Neyse ki duruyordu yerli yerinde, büyük anfi tarafında… Yeni yeni kantinler, kafeteryalar açılmıştı değişik köşelerde… Eski ahşap kapılar gitmiş, yenileri gelmiş… Emekli hocaların isimleri alt alta dizilmiş yine… Pala bıyıklı ayakkabı boyacısını göremedi gözlerim… Olsun dedim, sevememiştik zaten… Hep MİT’çi diye şüphelenirdik kendisinden… Ama eksikti bir şeyler… RUH… Evet ruh yoktu artık… Her şey ruhsuzdu… Göz yaşları da bunun içindi zaten… Ruh olmadan tat olmuyor hiçbir şeyde… Recep amcanın bakırdan cezvede yaptığı kahveden de bir tat alamadım nedense… O da ruhsuz geldi bana… Halbuki ne de severdik o kahvenin tadını… Beşer dakikalık kısacık teneffüslerde… Sulhi gözüktü birden, elinde çay tepsisiyle… Yok babam yok dedi, iç geçirerek… Çok değişti buralar… Tadı yok artık… Teselli edecek bir şeyler mırıldanmaya çalıştım ama… Dinleyecek mecali yoktu Sulhi’nin… Uzaklaşıverdi istemeye, istemeye… Sanırım göz yaşlarını gizlemeye çalışıyordu…

Şanlı marşımız geldi aklıma birden… Ne de yürekten söylerdik, hep bir ağızdan…


Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz,

Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz.

Gül ki sen, neş'enle gülsün ay, güneş, toprak, deniz.

Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz.


Bir güneştin bir zamanlar, aya kadar kaldındı dün,

Dün bir ay'dın, sislenen boşlukta yıldızsın bu gün;

Benzin uçmuş bak, ne rüya'dır, bu akşam gördüğün?

Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz.


Beklesin Türkoğlu'nun azminde kuvvet bulmayan,

Sel durur, yangın söner elbette bir gün Ey Vatan.

Süslenir, oynar yarin, dün ağlayıp matem tutan,

Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz.


Yok, yok olmuyor… Olmuyor… Hiçbir şey eskisi gibi değil… Tatsız, tuzsuz ve yavan… Çünkü ruhsuz…

İçinizi kararttımsa özür dilerim… Esen kalınız…

Hiç yorum yok: