27 Temmuz 2010 Salı

Akdeniz...

Zaman zaman Akdeniz çağırır beni... Severim Akdenizi... Sıcaktır suyu... Tıpkı insanları gibi... Sevemedim diğer denizleri... Ege soğuk geldi, Karadeniz pek kararsız... Marmara ise hepten yabancı...

Yine çağırdı Akdeniz beni... Bir süredir suyun kıyısındayım... Adına ister tatil deyin, ister dinlenme... Memnunum halimden... Mümkün olduğu ölçüde gazete ve internetten uzak durmaya çalışıyorum burada... Bir nevi normalleşme gayreti... Hayatımızın vazgeçilmezi olmuş suniliklerden arınmaya çalışıyorum...

Ramazan'a kadar uzağım blogumdan... Bilerek ve isteyerek... Her ne kadar özlesem de... Görüşmek üzere...

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Biraz da gülmek lazım...

Rahmetli büyük üstad Selahattin Pınar bir yandan beste yaparken diğer taraftan üç-beş kuruş kazanmak için bazı zengin çocuklarına musiki dersi verirdi.

Öğrencilerden biri bir gün,

- ''Hocam, sabahları aç karnına çiğ yumurta içmenin sesime çok faydası varmış. Ben bir haftadır bunu yapıyorum. Sesimdeki değişikliği fark ettiniz mi?'' diye sorar.

Selahattin Pınar,

- ''Oğlum, der.. İç... Hiçbir zararı yoktur!'' 
 
Bir süre sonra oğlan,
 
- ''Hocam, annem de çiğ yumurta sayesinde sesimin çok güzelleştiğini söyledi. Siz de farkındasınız, elbette..'' 
 
Selahattin Pınar çaresiz... Bet sesli oğlanı atsa olmayacak, ekmek parası...
 
-''Oğlum.. der. Yumurtanın zararı yoktur... içebilirsin.. .''

Çocuk hergün aynı konuya girince birgün rahmetli dayanamaz ve...


-''Ulan, eşşekoğlu eşek... der. Yumurtada keramet olsaydı, tavuk götü bülbül gibi öterdi!''

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Evet mi desem, hayır mı?

Başlık tam ruh halimi yansıtıyor... Eylül ayında referenduma gidiyoruz... Anayasamızın bazı maddelerini oylayacağız... Yamalı bohçaya dönen anayasamızı... Anayasa değişiklik paketi uzlaşmayla yapılamadı maalesef... İktidar partisinin dayatması gibi bir netice doğmuş oldu... Ben kararsız kaldım... "Evet mi desem, yoksa hayır mı desem" diye papatya falına bakıyorum...

Açıkçası pakete pek kafa yormadım... Nedendir bilinmez kayıtsız kaldım... Paket hakkındaki bilgim, gazete haberlerinden veya televizyonlardaki geyik programlarında söylenenlerden öteye gitmiyor... İktidara bakılırsa özgürlükler alanını genişleten bir paket, muhalefete bakılırsa yargıyı kuşatma amacı güden bir paket... Bilmiyorum, belki de her ikisi...

Bir süredir ülkemin gidişatını beğenmiyorum... Her konuda muazzam bir ayrışma yaşıyoruz... Ortak paydalarımız kaybolup gitti... Ya da ortak payda oluşturmada başarısız olduk... Toplumumuz tam ortadan ikiye bölünmüş vaziyette... Birinin ak dediğine diğeri adeta kara diyor... İşin daha da korkuncu bu ayrışma yüzeysel bir ayrışma değil... Derin temelleri olan bir ayrışma... 12 Eylül öncesindeki sağ-sol bölünmüşlüğünün çok ötesinde bir ayrışma...

Ayrışmanın temellerine ilişkin sosyolojik veya felsefi bir çok analiz yapmak mümkün... Yapılıyordur da zaten... Bu konuların uzmanı değilim... Fazla da aklım basmaz bu konulara... Sadece gördüklerimi, hissettiklerimi yazmaya çalışıyorum... Ayrışmada "inanç" konusu belirleyici galiba... Bir kesimimiz inanca dair olanları hayatımızın merkezinde görmek istityor, diğer kesimimiz ise hayatımızda inanca dair hiç bir şey görmek istemiyor... Bu cümleyi biraz bilinçli şekilde yazmaya çalıştım... Özellikle "hayatımız" kelimesini kullandım... Birinci çoğul yani... Bundan kastım şudur... İnanca dair istediğimiz veya istemediğimiz konularda sadece kendimizle yetinmiyoruz, kendi dışımızda kalan başkaları için de aynı şeyi istiyoruz... Yani kendi dünya görüşümüz paralelinde tek düze bir toplum modeli özlemine sahibiz... Bu da ister istemez çatışma kültürüne neden oluyor... İşletme derslerinde gördüğümüz "kültür çatışması" veya "kültürsüzlük" durumunun toplumsal modeli gibi bir şey...

Yaşadığımız bu inanç temelli ayrışma o kadar ileri boyutlara ulaşmış ki, içimizdeki Atatürk sevgisi veya sevgisizliğinde bile bunu görmek mümkün... Atatürk'ün laisizim konusundaki fikir ve uygulamaları, O'nu seven kesimde en fazla yüceltilen veya kutsanan değerler olarak dikkati çekmekte... Aynı şekilde (yüksek sesle telaffuz edilemese de) Atatürk'ü sevememiş veya içselleştirememiş kesimin de O'na en büyük itirazı laisizim temelli konularda göze çarpıyor...

Evet, batılı toplumlarda kaynaştırıcı bir ortak payda olabilen din, bizim toplumumuzda tam tersi bir durum yaratmıştır... Toplum, "dini referans alan" ve "dinden alerji duyan" şeklinde tam ortadan ikiye bölünmüş vaziyettedir... Bu bölünmüşlük o kadar da basit bir bölünmüşlük değildir... Ya da elit ve lümpen kesimin eşyanın tabiatından kaynaklanan ayrışması hiç değildir... Belki de bir toplum yaratma projesinin orta-uzun vadeli sancıları ya da başarısızlığıdır... Teşhisiniz ne olursa olsun, ortada ortak payda değerleri oluşturulamamış, olabildiğince ayrışmış bir toplumsal yapı olduğu gerçeğini değiştirmez...

Bu ayrışık yapıyı pekiştiren pek çok faktör sayabilirsiniz... Anayasal kurumların ve ordunun tepesinde yer alan kişilerin, aynı dünya görüşünden insanlar arasından itina ile seçilip atanması; bu kurumların aldığı kararlar hakkında toplumun bir kesiminde güvensizlik yaratmaktadır... Kararlarınızda istediğiniz kadar toplumsal faydayı gözettiğinizi düşünün, kendi homojen yapınız bu güvensizliği ortadan kaldırmaya engel oluyor... Yine iktidar partilerinin de büyük hataları olmuştur bu ayrışmada ve güvensizlikte... İktidar partileri genellikle çekirdek seçmen kitlesinin talepleri doğrultusunda icraat yapma ve söylemde bulunma eğilimindedirler... Bu da oy vermiş veya vermemiş geniş halk kitleleri nezdinde samimiyetsizlik ve güvensizlik olarak algılanmaktadır... Ak Parti (veya AKP) özelinde konuşacak olursak, yüzde 47 küsur oy alabilmiş bir parti toplumun genelini hiç bir zaman için samimiyetle kucaklayamamıştır... Bilinç altında hep bir "öteki" olagelmiştir... İcraatlarında, söylemlerinde yüzde 7-8'lik bir tabanın beklentileri hep ön planda tutulmuştur... Üst düzey bürokrat atamaları bu konuda çok belirgindir... Dindar olmayanın veya dindar gözükmeyenin bu konuda neredeyse hiç şansı yok gibidir...

Evet, bu ve benzer hatalar toplumumuzu bu günkü ayrışmış yapıya götürdü... Düzelir mi peki? Bilemiyorum, pek de umudum yok açıkçası... Farklılıklarımızın bir zenginlik olduğunu kavramamız ve bunu içselleştirmemiz  o kadar kolay değil maalesef... Bir geçiş toplumu olmamızın sancıları daha uzun süre hissedilecek gibi... Geniş halk kitlelerinin içinde bulunduğu fakirlik, eğitimsizlik ve mesleksizlik bu sürecin daha da uzamasına neden oluyor... Bu ayrışmayı besleyen uluslararası etkenler yok mu peki? Niye olmasın... Ama girmeyelim oraya... Önce içimize bir bakalım hele... Orada yapabileceklerimizi bir yapalım, sonra dışarıya bakarız...

Durum budur... Bu duygularla referanduma gidiyorum ben... Sağlıklı bir karar vermem beklenebilir mi benden? Evetçilere bakıyorum, haklı... Hayırcılara bakıyorum, onlar da haklı... Ama ben de haklıyım galiba... Sadece haklı olmak yeter mi peki?

2 Temmuz 2010 Cuma

Güsamettin'in umurunda mı elektrik fiyatları...

Bu gün gündemimde Güsamettin Erdoğan vardı aslında... Hüsamettin ismini çok duymuştum da Güsamettin'i hiç duymamıştım daha önce... Ama çok şey kaçırmışım anlaşılan... Yaman oluyormuş bu Güsamettin'ler... Hem de becerikli... İstanbul'un bir ilçesinde milli eğitim müdürü Güsamettin... Başbakanımızın akrabası... Kendini hizmete adamış... Hizmet aşkı sınırlarımıza sığmaz olmuş... Dünyaya açılmış Güsamettin... "Çok okuyan değil, çok gezen bilir"e inanmış Güsamettin... Dört yılda 160 ülke gezmiş Güsamettin... Gezdikçe yeni şeyler bilmiş, yeni şeyler öğrenmiş Güsamettin... Yeni yemekler tatmış, yeni coğrafyalar keşfetmiş Güsamettin... Çok da iyi etmiş Güsamettin... Gezmek lazım, görmek lazım... Yeni lezzetler tatmak lazım... Görüp öğrenmek lazım... Resimler çektirmek lazım... Zürafa severken, leopar okşarken objektiflere görüntüler vermek lazım... Sosyal takılmak lazım... Hepsini yapmış Güsamettin... Hem de fazlasıyla... Ama bu güzel gezilerin faturası biz garibanlara kesilmiş... Vergi mükellefi bizlere... Zira devlet parasıyla gezmiş Güsamettin... Üstüne bir de harcırah almış Güsamettin... Hem gezmiş görmüş, hem de cebine para koymuş Güsamettin... Olmadı Güsamettin... Yakışmadı Güsamettin... Birazcık insaf Güsamettin...

Zenginin parası züğürdün çenesini yorarmış... Aynı misal, yordu bizi Güsamettin'in gezileri... Halbuki benim derdim başkaydı bu gün... Şu elektrik fiyatları meselesi... Dünyanın en pahalı elektriğini biz garibanlar kullanırız bilirsiniz... Aynen benzin ve mazotta olduğu gibi... Kaderimiz bu bizim galiba... Fakirlikte de lider, pahalılıkta da... Enerji fiyatlarının büyük kısmını vergiler oluşturur... Normal yoldan toplayamadığı vergileri bu yoldan toplar devlet... Adalet duygularını bir kenera bırakarak... Nasıl olsa kaçarı göçeri yok bunun... Fakiri de aynı oranda öder, zengini de... Fakirin dünyaya gelmesi hata zaten... Düzeni bozmaktan başka ne işe yarar ki... Neyse konuyu dağıttım yine...

Efendim geçenlerde devletimiz 1 Temmuz itibariyle elektrik fiyatlarında indirime gideceğini müjdeledi... Abone grupları itibariyle yüzde 3.2 ile yüzde 4.5 arasında değişecekti bu indirimler... Gerçi küçük bir indirimdi ama yine de indirim indirimdi işte... Ne de olsa alışık olmadığımız bir şeydi "indirim" kelimesi... Hatta ben ilk duyduğumda acaba yanlış mı anladım, yoksa zam mı demek istediler diye kısa süreli bir tereddüt yaşamıştım... Neyse ki doğru anlamışım, bildiğimiz - ya da bilmediğimiz - indirimmiş... Ertesi günün gazetelerinde bol bol demeçleri vardı EPDK kurumu başkanının... Başarılı çalışmalarının bir neticesi olarak bu indirimlerin yapıldığını anlatıyordu sayın başkan... Biliyorsunuz enerji sektörünü düzenleyen ve denetleyen bir üst kurum EPDK... Yüksek maaşları dolayısıyla herkesin geçmeye çalıştığı üst kurullardan biri... Bağımsız idari otoriteler diye de bilinir... Gerçekte ne kadar bağımsızdır bilemem ben...

İndirim güzel haber de... Dünkü gazetelerde küçük bir haber daha vardı... Aynı EPDK üç gün sonra toplanıp, daha önce ilan ettiği indirim kararını geri almış... İndirim kursağımızda kaldı desek yeridir yani... Evet, şaka falan değil bu... İndirim daha uygulamaya girmeden geri alınmış... Artık buna gerekçe falan sormayacağım... Zira indirim yaparsınız, bir süre sonra şartlar değişir tekrar zam yaparsınız... Bunu anlayabilirim... Ama bu farklı... İndirim kararı alıp, gerekçeleriyle birlikte açıklıyorsunuz... Hatta bir müjde şeklinde duyuruyorsunuz bunu... Üç gün sonra da geri çark ediyorsunuz... Hem de sessiz sedasız... Bunun tek bir izahı vardır, o da ciddiyetsizlik... Siz mi hesabınızı yanlış yapıyorsunuz, yoksa birileri mi kulağınızı çekiyor bilemiyorum ama... Birazcık ciddiyet lütfen...

1 Temmuz 2010 Perşembe

İsrail ile tekrar sarmaş dolaş...

Kara bulutlar erken dağıldı galiba... İçeride İsrail'e karşı esip gürlüyoruz... Bir savaş ilan etmediğimiz kaldı... Özür dilesin diyoruz... Tazminat ödesin diyoruz... Sakın ha bizi başkalarıyla karıştırmasın diyoruz... İyi de diyoruz aslında... Haklıyız çünkü... Uluslararası sularda barbarca bir saldırıya maruz kaldık... Dokuz masum insanımız öldü... Bu haydutluğun bedeli ödenmeden yüzüne bile bakmamamız gerekir bu İsrail denen ülkenin...

Ama öyle olmuyormuş meğer... İçerideki asıp kesmeler göstermelikmiş... Biz içeride van minüt sarhoşluğuyla avunurken, Dışişleri Bakanımız dışarıda İsrail'in Ticaret bakanıyla gizliden gizliye görüşme yapıyormuş... Ne konuştular bilemiyorum... Şimdilik ikisi de görüşme talebinin karşı taraftan geldiğini söyleyip duruyor... Aslı astarı nedir bilemem... Ama bir vatandaş olarak benim onurum zedelendi... Rencide oldum... Hele gizliden gizliye görüşülmesi iyice canımı sıktı... Oldum olası sevmem bu gizli kapaklı işleri...

Evet, kandırılmış hissediyorum kendimi... Hatta içime büyük bir şüphe düştü bile... Acaba her şey baştan ortaklaşa kararlaştırılmış bir kurgu muydu... İç kamuoylarında karşılıklı kazanma üzerine kurgulanmış ortak bir senarya... Gerçek olabilir mi peki?.. Düne kadar aklımın ucundan bile geçmezdi... Ya şimdi?.. Kafam çok karıştı...

NOT: Bu yazı, Ak Parti'yi veya başbakanımızı karalama amacıyla kaleme alınmış bir yazı değildir. Ya da "gerçekleri göremeyecek kadar kalbi kararmış" bir zavallının hezeyanı hiç değildir. Sadece sıradan bir vatandaşın hissiyatının satırlara yansımasıdır. Dolayısıyla "yeminli Ak Parti savunucuları"nın hemen teyakkuza geçmesine gerek yoktur. Sakin olalım lütfen...