10 Şubat 2010 Çarşamba

Seyredebiliyorum ancak...

Etrafta olup bitenleri izliyorum bir süredir... Issız bir tepeciğin başına oturmuş, aşağıları süzüyorum sanki... Avını bekleyen bir atmaca gibi değil, sükunete hasret bir bezirgan edasıyla... Karışmak istemiyorum kimseciklere... Taraf olmak istemiyorum sığ kavgalara... O darbeciymiş, bu sivil diktacıymış... Bana ne canım... Ne olursanız olun... Ne düşünürseniz düşünün... Bana ne...

Mahallemdeki kavga ve gürültüden yorulduğumu hissediyorum... Gündemi meşgul eden konulara, siyasilerin söylemlerine bakıyorum... Umutsuzluğum daha da perçinleniyor... Ülkemizdeki siyasi figürlerin hepsi sevimsiz geliyor bana... Erdoğan'a, Bahçeli'ye bakıyorum... Öfke küpü sanki... Yüzlerinde ne bir gülücük, ne de bir tebessüm... Espri anlayışı, nükte, ince zeka hak getire... Çok sığ buluyorum bu ikiliyi... Gülüp geçilecek, küçük bir espriyle savuşturulacak bir konuyu olay haline getiriyorlar adeta... Çapımız, derinliğimiz bu dercesine... Baykal'a bakıyorum, farklı bir alemde yaşıyor sanki... İktidar olmaya istekli mi, değil mi anlayamıyorum vallahi... Takılmış Tayyip'in peşine, karışmayın işime der gibi... Hitabeti güçlü, Türkçesi düzgün... Ama eksik yine de bir yerleri... Yavan bir tarafı var... Tat vermiyor bana... On tane düzgün laf etse, mutlaka bir onbirinci lafı olur ki alır götürür diğer onunu... Ne diyeyim ki ben...

Tayyip'i dinliyorum, Prof. İlber Ortaylı'ya çatıyor... Neymiş, Sayın Ortaylı her ilde bir üniversite açılmasını eleştirmiş... Tamamen bilimsel kaygılarla, eğitim kalitesi açısından... Senmisin eleştiren... Tayyip kükrüyor... "İsminin başında prof olan bir zat bizim her ilde üniversite açmamızı eleştiriyor. Bizden önce bu illerdeki yurt sorunlarına hiç kafa yordun mu sen" şeklinde veryansın ediyor... Ne alaka diyesi geliyor insanın... Yurt sorunuyla ne ilgisi var bu konunun... Ama karşında bir kral (!) var, sormak ne haddine... Alkışlayabilirsin ancak sen...

Bahçeli'yi dinliyorum, O da kükrüyor... MHP sıralarına bir metre kadar yaklaşırsanız görürsünüz olacakları diyor... Gözü dönmüş, tehdit savuruyor adeta... Oradan geçerken elinizde bir metre, ölçerek geçeceksiniz sanki... Sınır ihlali olmasın diye... Ne diyeyim şimdi bu söze ben... Ciddiye almaya değmez... Hadi ben ciddiye almayayım da, çözüm mü peki... Bir şekilde geleceğimizi bunlar şekillendiriyor... Allah yardımcımız olsun diyeyim bari...

CHP'ye bakıyorum... Oradan da geliyor çatlak bir ses... Konu, başbakanın eşinin Gülhane Hastanesine alınmayışı... Aktörümüz Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın... Eski rektör... Azılı başörtüsü karşıtı... Onun da ağzından salyalar savruluyor adeta... Beyefendi diyor ki, "camiye ayakkabı ile giriliyor mu ki askeri hastaneye başörtüsü ile girilebilsin..." Ne diyeyim şimdi ben... Ne alaka diyebiliyorum ancak... Yahu sen bir akademisyensin, aydın biri olman gerekir, sokaktaki biz gibi baldırı çıplaklardan biraz farklı düşünmen gerekir... Hele hele okumuş bir adamsın sen, bu mu senin hoşgörün..? Olayın bir numaralı muhatabı Genelkurmay Başkanı bile olayı savunamıyor, "olmasaydı keşke" falan diyor... Hem ne alakası var bu iki konunun... Biri temizlikle ilgili, diğeri inançla veya kişisel bir tercihle ilgili... Yahu sen siyasete soyunmuş bir adamsın... İnsan ağzından dökülen kelimelere biraz dikkat etmez mi... Ya yıllar sonra bu olayı gündeme taşıyan başbakana ne demeli... Hem hanımını gündemin merkezine kendi ellerinle yerleştireceksin, hem de aileme, mahremime dil uzatıyorlar diye feryadı figan edeceksin... Allah akıl versin, ne diyeyim başka...

Danıştay ve YÖK arasındaki imam hatip kavgasına ne demeli peki... Tamam anladık tepişiyorsunuz... Zevk aldığınız da her halinizden anlaşılıyor... Ama insaf yahu... Çimler eziliyor altınızda... Umutları, hayalleri örseleniyor binlerce gariban gencin...

Bütün bu sorunlar "derinlik" meselesine çıkıyor aslında... Birileri bir şekilde belli mevkilere gelmiş ama hazmede hazmede gelmemiş... Sindire sindire olmamış... Koşullar veya bir sürü dışsallıklar bu şahsiyetleri oralara sürüklemiş... Geldikleri yere değer katmamışlar, bilakis değersizleştirmişler... Bilerek veya bilmeyerek... İsteyerek veya istemeyerek... Ama bir şekilde sonuç bu olmuş... Bu nedenle dar alanda kısa paslaşmalara katlanmak durumundayız... Sığ sularla yetinmek durumundayız... Mavi okyanuslara dalma umudumuzu koruyarak...

4 yorum:

bilge dedi ki...

merhabalar nerdeyse köylere üniverste açacaklar hiç bir konuda bir stratejileri yokki yaptık oldu zihniyeti vatandaşa gelince öde bakalım vergilerini nerdeyse nefes aldığımız havadan bile vergi almaya çalışanlar dan ne bekleyebilirizki paylaşımınız için teşekkürler sevgi ve dostlukla...

Yaşamın kıyısında dedi ki...

Oldukça zor bir dönemdeyiz. Aslında medyaya yansıyan olayların arkasında olanlar daha korkutucu.
İlk okullara girildi, tüm müdürler değişiyor. Sınavla müdür ataması yapılıyor, başarılı olanlar istedikleri okula müdür olarak girme hakkına sahiplermiş.
Milli eğitim patlama noktasında!
Konuları yozlaştırarak asıl gündemi gözden uzak tutuluyor.
Elimizde avucumuzda toprağımız kalmadı. Şuraya maydanoz ekmek istiyorum desek ekemeyiz! bir karışı bile bizim değil.
Biz hala sınırlarımız içinde yaşayan bir ülkeyiz sanıyoruz.
Tüm halk fişlendi, özel yaşam diye bir şey yok. Dinleniyoruz, araştırılıyoruz, sorgulanıyoruz.
Çok haklısın, yapılacak hiç birşeyin kalmadığını bilen bir meclis atış talimleri ile oyalanıyor. Bu arada hırsız evi soyuyor!!!
Sevgiler canım...

Adsız dedi ki...

Efendim, merhabalar; Sizin bu bloğunuza yorum yazmaya gelmiştim. Bazen blogger'den mi kaynaklanıyor, telekom'dan mı kaynaklanıyor tam anlayamadım? Makinam kasılıyor ve ben bilgisayarı kapatmak zorunda kalıyorum.

"Seyeredebiliyorum Ancak" konulu yazınızı okuduğumu ve size yürekten katıldığımı paylaşmak istemiştim.

Çok güzel yazmışınız. Çok haklısınız. Elinize, kaleminize ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar dilerim.

Allah'a emanet olun ve sağlıcakla kalın.

Deliler Teknesi dedi ki...

Değerli yorumlarınız ve katkılarınız için çok çok teşekkürler Bilge, Yaşamın Kıyısında ve Recep Altun arkadaşlarım... İyi bakın kendinize...