11 Aralık 2009 Cuma

No technical solution problems...

Başlığa bakıp ukalalık taslayacağımı falan düşünmeyin lütfen... Konuya bodoslama dalmayayım diye kenardan dolaşıyorum da ondan... Öğrencilik yıllarımda yabancı uyruklu bir hocamız vardı... Bir hayli ilginç bir herifti... Gündüzleri bir yerlerde boya badana falan yapar, akşamları ise üstünü başını değiştirmeden derse gelirdi... Ayakkabısı, kıyafetleri hep boya olurdu... Soramazdık bu yaşam tarzına ilişkin detayları... Hele neyse dağıtmayayım konuyu...

Bu hocamız bir makaleyle kafayı bozmuştu... Konu ne olursa olsun, bir şekilde bu makaleyle bir ilinti kurulurdu... Biz de bu makaleyle bir hayli haşır neşir olduk anlayacağınız... Makale ingilizce yazılmıştı... Hem de ta 1960'lı yıllarda... Başlığı "The Tragedy of the Commons" gibi bir şeydi sanırım... Yazarı da Garrett Hardin diye biri... Makale nüfus artışı, çevre kirliliği gibi geneli ilgilendiren olası tradejiler hakkında yazılmıştı... Ama amacım bunlar değil... Bize dair bambaşka bir olaya bağlayacağım konuyu...

Bu makalede nüfus artışı, çevre kirliliği, silahlanma gibi geneli ilgilendiren sorunlara "no technical solution problems" deniyor... Yani "teknik çözümü olmayan problemler". Bu problemler sadece teknolojik veya bilimsel yöntemlerle çözülemez deniyor makalede... Hatta kanunlarla, yönetmeliklerle yasaklama yoluna gidilerek de çözülemez deniyor... Çözüm paketinizde teknolojik ve bilimsel yöntemler kadar, insani değerler ve ahlaka dair de bir şeyler olmalı diye ilave ediliyor... Yani sorunun çözümünde "konu" kadar, konunun "öznesi" olan insan da önemli denmek isteniyor... Bu da bir kaç nesli kapsayacak bir eğitim süreciyle mümkün olabilir herhalde...

Her neyse fazla dağıttık konuyu... Konu Bursa'daki maden ocağında yaşanan göçük ve onlarca insanımızın pisi pisine ölmesi... Daha cenazelere bile ulaşılamamışken yeri ve zamanı mıydı demeyin lütfen... Tam zamanı... Zaten üç gün sonra unutup gideceğiz nasıl olsa... Toplumsal hafızamız daha uzağa gidemiyor maalesef... Aslında konuyu sadece dün yaşanan maden ocağı göçüğü ile sınırlı tutmaya da gerek yok... Daha önce yaşanan onlarca göçükler... Hızlandırılmış tren, hızlı tren kazaları... Pistin dışına taşan uçak görüntüleri... Piste 300 metre kala patates tarlasına inen THY uçağı görüntüleri... Tüp patlaması sonucu 20 gencecik çocuğa mezar olan kuran kursu görüntüleri... Hepsi aynı kapıya çıkıyor... Cehalet, umursamazlık, vurdumduymazlık, açgözlülük... En önemlisi de vicdansızlık... İnsana değer vermeme yani... Bu hadiseler aslında sadece bize özgü de değil... Bize benzeyen her yerde... Somali'de, Bangladeş'te, Hindistan'da... Ve diğerlerinde...

Haberlere baktım da... Neymiş dinamit kullanarak üretim yapılıyormuş... Neymiş denetimler zamanında yapılıyormuş ama tespit edilen eksikliklerin giderilmesi için firmaya süre verilmiş... Geçiniz beyler... Dinamit kullanılmasa ne olur ki... Zonguldak'ta dinamit kullanılmadığı için mi kaza olmuyor hiç? Kaza dediğime bakmayın, uygun kelime bulamadım da onun için... Veya ne denetimi... Kimi kandırıyorsunuz siz... Adet yerini bulsun o kadar... Belli formlar doldurulsun, bir kaç yetkili (!) imzalasın görev tamam... Şimdi gelsin izzet ikramlar... Hemen cezalar aklınıza gelmesin lütfen... Bu işlerin çözümü ceza ile falan olmaz... Bilimsel ve teknolojik donanım bile bir noktaya kadar işler... Olay insanda biter, insanda! Gerisi hikaye... Ocağın sahipleri, başındaki yöneticileri insan olmalı, insan... Ama adam gibi adam... Maiyetindekinin canını, kendi canı gören bir adam... Ağlayan bir yetimi, kendi yetimi gören bir adam... Ağlayan bir dulun çığlıklarında ruhu parçalanmış bir adam... Bu ocaktan yenecek ekmek artık bana haram diyebilecek bir adam... Var mı böyle bir adam peki... Hiç sanmam...

Bundan sonra olacakları söyleyeyim size... Üç beş gün ah vah denilecek, ölenlerin yakınlarına çeşitli vaatlerde bulunulacak... En önemlisi de ölenlerin varsa çocuklarına, yoksa yakınlarına ocakta iş verilecek olay tatlıya bağlanacak... Ya travmalar? Onlar ocağın dışındaki konular... Ateş düştüğü yeri yakar... Orada dumanlar tütmeye devam edeck maalesef... Kaza denecek, kader denecek... Teselli aranacak bir şekilde... Herkes sabır dileyecek... Sabır da neye sabır... Nereye kadar sabır... Çaresizlik çeşmesinden damlayan tek kelime... Sabır.

Haberleri izlerken yüreğim parçalanacak... Baba feryadıyla inleyen kuzucuklara buğulu gözlerle bakacağım... Göz yaşlarımı çocuklarımdan gizlemek için alnımı kaşıyor numarası yapacağım... Biliyorum ki ateş yine gariban ocağına düştü... Hep öyle olur... Bir patlama oldu dendi mi, anlarım ki bir gariban öldü... Bu kez çok gariban öldü maalesef... Ya garibanların yetimleri... Allah dayanma gücü versin onlara...

2 yorum:

bad-ı saba dedi ki...

bizim ülkemizde maalesef ateş sadece düştüğü yeri,düştüğü yüreği yakıyor.keşke sadece düştüğü yeri ve yüreği değil de kıvılcımı çıkaranı da yakabilse,sizin de belirttiğiniz gibi.ama amacımız sadece cebimizi doldurmak oldukça hiç yakacakmış gibi görünmüyor.öyle olsaydı zaten bu tür olaylar en aza inerdi.teşekkürler ellerinize sağlık.

Yaşamın kıyısında dedi ki...

"Toplumsal hafızamız daha uzağa gidemiyor maalesef"
Çok güzel ve özel bir yazı, teşekkürler.
Yorum yapacak tek kelime yok dışarıdan hepsi yazının içinde ve benim yüreğimde. Düşüncelerimiz aynı olduğuna göre beni de al deli teknene
Sevgiler...